Var olmak için Düşünmek…
Düşünen, analiz yapan ve kendine ait fikirleri olan insanların yönlendirdiği milyonlar içinde yaşıyoruz. Düzgün konuşan, konuşurken takılmayan, düşüncelerini bazı kaynaklara dayandıran ya da toplum içinde belli bir statü sahibi kimselerin düşüncelerini olduğu gibi kabul ediyoruz. Hazır olan her şeye alışıyoruz. Buna hazır düşünceler de dâhil. Yaşantımızda hazır olarak önümüze gelmiş birçok şeyin bize hoş gelmesi gibi hazır fikirler de hoşumuza gidiyor. Bilginin kaynağını, fikrin bizi yönlendirdiği yolu ya da doğru – yanlış, gerekli – gereksiz olup olmadığını pek sorgulamıyoruz. Hazır birileri tarafından düşünülmüşken kendimizi yormaya ne gerek var ki?
Düşünmek insanın geleceğini belirlemesindeki temel hareket olduğuna göre düşünce tembelliği diyebileceğimiz bu durumu her birimizin ciddi şekilde ele alması gerekiyor. Bir süredir bizi fiziksel olarak yoracak birçok aktiviteden özellikle teknoloji sayesinde uzaklaştık. Bu durum giderek beynimizi de yoracak düşünme aktivitesinden uzaklaşmaya başlamamıza dönüşmeye başladı. Bize hazır bir şekilde bilgileri yağdıran, kolay ulaşılan birçok kaynak varken ya da bizim yerimize düşünüp hazır bilgileriyle bizi yönlendiren kimi insanlar varken; araştırmaya, okumaya ya da düşünerek kendimizi yormaya gerek duymuyoruz.
Çoğu zaman fıkra olarak anlatılan bir hastane hikâyesi vardır. Bir akıl hastanesini ziyareti sırasında, adamın biri sorar: “Bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz?” Doktor, “Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç şey veriyoruz. Bir kaşık, bir fincan ve bir kova. Sonra da kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz. Siz ne yapardınız?”, der. Adam, “Anladım. Normal bir insan kovayı tercih eder. Çünkü kova, kaşık ve fincandan büyük.” “Hayır,” der doktor, “normal bir insan küvetin tıpasını çeker.” Bu fıkrayı ilk okuduğumda düşünme tembelliğimin beni esir aldığı bir anda benim de kovayı elime alıp küveti boşaltmak için çabalayacağımı düşündüm doğrusu. Çünkü önüme konulmuş hazır bir bilgi, küveti boşaltmak için sunulmuş üç seçenek vardı. Üzerine düşünmediğim bir noktada kovayı tercih etmem gayet normaldi, sonuçta birileri benim için hali hazırda çoktan düşünmüşlerdi.
Sürekli birileri bizim için düşünmeye başlayıp, bizler de onların düşüncelerini benimseyip hayatımıza uyguladığımızda neler ortaya çıkıyor peki? Öncelikle hiçbir kararı tek başına alamayan ve dolayısıyla tek başına bir sorumluluk altına giremeyen bireyler oluyoruz. Hayatta karşımıza çıkan, yorum ve analiz gerektiren sorun ve problemlerimizi çözmekte çok zorlanıyoruz. Doğruluğunu ya da yanlışlığını bile analiz etmeden içselleştirdiğimiz hazır fikirler sebebiyle kullanmaktan uzaklaştığımız aklımız zaman içinde köreliyor. En kolay işlerde bile birilerinden akıl ya da yardım alma ihtiyacı duymaya başlıyoruz. Çoğu zaman hayal kurmayı bile bırakıyoruz; çünkü kitaplarda okuduğumuz, kafamızda canlandırmak için aklımızı kullandığımız karakterler bile, ekranlarda birileri tarafından şekillendirilerek bize hazır olarak sunuluyor. Ve işin en vahim tarafı sadece söylenenleri yapmaya başlıyoruz. Doğruluğunu ve üstünlüğünü kabul ettiğimiz kimi insanlar ya da oluşumların bize dayattıklarını sorgulamadan olduğu gibi uyguluyoruz.
Düşünmeden, ezberleyerek ya da yönlendirilmelerimizle yaptığımız birçok şeyi neden yaptığımızı düşünmediğimiz için unuttuğumuzu fark ettiniz mi hiç? Düşünce tembelliğini biz insanlar zaman içinde benimsiyoruz, içinde yaşadığımız toplum da buna doğru götürüyor bizi. Hâlbuki Hemen hemen hepimiz çocukken bizden istenen bir şeyi anında kabul etmemişizdir, sürekli neden diye sormuşuzdur.
Düşünmeyen insanlar olup varlığımızı sorgulamak ya da birileri tarafından sürekli yönetilmek yerine düşünmek, başarılı olmak ve hayatlarımızın anlamını çözmek bizim elimizde. Evet; çok okumak, yorulmak, analiz etmek, yaptıklarımızı neden yaptığımız üzerine sürekli kafa yormak gerekiyor… Canlı olarak insandan düşünceyi çıkardığınız zaman Mevlana’nın da söylediği gibi kemik, sinir kas ve adaleleri meydana getiren ince liflerden başka bir şey kalmıyor.