Gidiyorum…
Uzun ince bir yoldayım… Ne kadar süreceğini bilmeden yürüyorum. Sonunu bilemediğim için, her gün ölecekmiş, ama sonsuza kadar da yaşayacakmış gibi gidiyorum. Yol benim için süreklilik, devam etme gücü demek, sevinç ve gözyaşı demek, kavuşma ve ayrılık demek, başarı ve başarısızlık demek, bazen pişman olmak bazense hata yapmak demek.
Bilmiyorum ne haldeyim… Ne kadar öğrenirsem öğreneyim hep öğrenecek başka şeyler olduğunu görüyorum. Kendime bakıyorum ve bildiğim tek şeyin hiç bir şey bilmediğim olduğunu fark ediyorum. Emin olduğum tek şey ise; yolun sonuna vardığımda bile arkamda hala öğrenebileceğim birçok şey bırakmış olacağım. Ömer Hayyam’ın dediği gibi “Herkes, gönlünce bir yol arıyor kendine… Kimi arayışı sürdürmekte, kimi bulduğundan emin… Ama bir gün, bir ses haykıracak göklerden: herkesin yolu kendine varır, arama başka yerde.”
Dünyaya geldiğim anda yürüdüm aynı zamanda… Bu dünyaya gelmiş olmamın bir amacı olduğunu anlamaya başladığımda gerçekten doğdum. Birbiri ile hiç kesişmeyen, alakasız gibi görünen yolların da, iç içe geçen yolların da bir var olma nedeni var. Bu bir sorumluluk… Yürümekten asla vazgeçmemek… İnsanın kendini tanımaya başladığı andan itibaren bu hayata gelme sebebini bulup ardında güzellikler bırakma, çevresine faydalı olma ve hayattaki varlık sebebini devam ettirme çalışması. Hiç kimsenin bu hayata tesadüfen gelmemiş olduğuna inanmak…
İki kapılı bir handa gidiyorum gündüz gece… Dünyanın geçici misafiriyim. Göçmen kuşlar misali konan ve giden… Zaman zaman gündelik kaygı ve telaşelerin içinde misafirliğimi unuttuğum, fakat bunu bir şekilde bana sürekli hatırlatan bir yolun üzerinde yürüyorum. İki kapım var. Doğumla başlayıp ölümle biten; topraktan gelip toprağa dönen…
Uykuda dahi yürüyorum, kalmaya sebep arıyorum, gidenleri hep görüyorum, gidiyorum gündüz gece… Her gün birileri gidiyor aramızdan. Duruyorum izliyorum. Sıramı bekliyorum. Sıramı beklerken sık sık sıranın neden bana gelmediğini sorguluyorum. Demek ki diyorum daha yapılacak çok iş var. Gündüzlerimi gecelerime katıp çalışmaya, üretmeye devam etmem lazım. İnsan gidenlere baktıkça her şeyin geçici olduğunu tekrar fark ediyor. Gidenlerden ibret alınacak ne kadar çok şey var. Hangimizin ne kadar ibret aldığı ise tartışmalı bir konu. Bizler de bizden sonraki insanlar için bir ibret hikâyesi mi olacağız acaba?
Kırk dokuz yıl bu yollarda, ovada dağda çöllerde, düşmüşüm gurbet ellerde, gidiyorum gündüz gece… Biliyorum herkesin yolu apayrı ve kimsenin yolu dümdüz geniş ve pürüzsüz değil. Herkes her sabah uyanıp hayata başlayabilmek için büyük cesaret ve özveri gösteriyor. Çünkü yol varsa – ne kadar ince, – dar olursa olsun – umut var demek. Gurbetteymiş gibi; ne kadar acıyla, yokluk ve ayrılıkla yoğrulursa insan o kadar tanıyor kendini.
Düşünülürse derince, ırak görünür görünce, yol bir dakika miktarınca, gidiyorum gündüz gece. Ne kadar uzun yaşarsam yaşayayım yolun sonuna geldiğimde yaşadığım ömrün yetmeyeceğini de biliyorum. Son nefesimi verirken ne kadar hızlı geçti bu ömür diyeceğim. En büyük mutluluk ise yolda ilerledikçe kimi şeylerin daha kolay, daha anlaşılır hale gelmesi olacak. Zaman, tüm yol kazalarımızın aslında bizim için öğreti ve tecrübe olduğunu gösteriyor.
Şaşar Veysel işbu hâle, gâh ağlaya gâhi güle, yetişmek için menzile, gidiyorum gündüz gece… Yetmiş dokuz yıllık ömründe “Şu geniş dünyaya sığmayan gönül, bir odaya kapandı kaldı” diyen Veysel; her anında, bize bıraktığı her eserinde insanın hayattaki amacını bulma çabasını anlatmaya çalışmış. İnsandır kimi zaman katıla katıla gülerken, kimi zaman katıla katıla ağlayan. İkisi de aynı insandır, yüreğinin sesini dinleyen, kendini her haliyle seven. Ağlayan da odur, gülen de… Âşık Veysel aramızdan ayrılalı 45 sene olmuş ama söyledikleri her nefeste hatırlanası…