Kafamızdaki susmayan ses… “Vicdan”
Doğruyu söyleyemedim. Ben yapmadım dedim. O yaptı dedim. Benim yerime ona ceza verdiler…
Hava buz gibiydi. Yanından geçip gittim. Titriyordu. Durup yardım edebilirdim, kim bilir ona ne oldu…
Dinlemeden, gerçeği öğrenmeden önyargıyla onu suçladım. Aslında haklıymış. Kalbini kırdım…
Araba çarpmıştı. Yol kenarında duruyordu. Yaşıyordu. Veterinere götürebilirdim. Ama yola devam ettim…
Kimse görmedi, kimse bilmiyor. Kim bilir kime kaldı bu hatanın yükü. Aslında ben yaptım, ama düzeltmedim…
Kaçımızın var böyle anları? Yapmadığımız işler, kırdığımız insan kalpleri, küçük ya da büyük yalanlarımız ve düzeltmek için çaba göstermediğimiz hatalarımız… Nereden geldiğini bilmediğimiz, dinmek bilmeyen bir ses “vicdan” içimizde. Sürekli doğruyu yanlıştan ayıran, uyaran bir ses… Vicdan herkeste var; ama o da kaslar gibi, kullanmadıkça köreliyor.
Sesin en büyük özelliği ise kendisini duymaya açık olana yön vermesi… Sese duyarlı kişiye adil olmasını, doğru davranmasını ve yanlış yapmamasını öğütlemesidir. Peki; kime vicdansız diyoruz? Bu tanımlara göre sese kulaklarını tıkayan, sesin gücünü bastırabilmek için kendisini gündelik hayatın akışına bırakan, kendince haklı bahanelere sığınan kişilere; değil mi? Halid Ziya Uşaklıgil “İnsanlar tuhaftır!” demiş. “Fena bir şey yapmakta olduklarını hissedecek olurlarsa mutlaka en evvel vicdanlarını susturacak bir sebep bulurlar.”
Elle tutulamayan, kitaplarda kuralları yazmayan ve kütle olarak bir yer işgal etmeyen ama etkisi yıllarca sürebilen, uykuları kaçırıp bizi boğarcasına takip eden bir güç vicdan. Bu noktada Aydın Boysan’ın muhteşem vicdan tanımını anmadan geçemeyeceğim. “Tüm insanlar dünyaya, kafa ve yüreklerinde bir iç mahkeme ile gelirler. Bunun adına vicdan denir.”
Kalabalıklarda pek sesi çıkmıyor vicdanın ama yalnız kaldığımız anda yanı başımızda bitiveriyor. Sesini bastıramadığımız anlar; yalnız kaldığımız zamanlar ve bir de pek müdahale etme şansımız olamayan rüya anlarımız değil mi? Aslında doğrusunu bildiğimiz; yüzleşmekten kaçtığımız ama gün bitip de uyumak için yatağımıza doğru giderken bizi takip eden doğrular. İnsanların kendilerini affedemedikleri için bu dünyada kendilerini içine soktukları cehennem.
Romalı düşünür Syrusise; “Kanun olmadığında bile vicdan vardı.” demiş. Peki; vicdan doğuştan mı geliyor? Yoksa bizler mi çocuklarımıza vicdanlı olmayı öğretiyoruz? Çocuklara uyumlu olmayı, paylaşmayı, iyiliği, güzelliği, adaleti, hoşgörüyü, sevgi ve saygıyı önce anne baba ve büyükler; daha sonra da toplum olarak bizler vermiyor muyuz? Üstelik bunu korkutarak ya da zorlayarak değil; eğiterek ve bu kavramların ne kadar gerekli ve doğru olduğu konusunda bilinçlendirerek yapmamız gerekiyor. Demek ki bir toplumda vicdansız olarak nitelediğimiz insanlar artıyorsa burada sorun o insanlarda değil; o insanlara bencil olmayı aşılayan bizlerde olmuyor mu? Vicdanını kaybeden insanların vicdanlı gelecek yaratması beklenebilir mi? Bu yol gerçekten zor, sabır ve çalışma isteyen ama sonu hepimiz için aydınlık bir yol…
Bu yazıyı da ünlü düşünür Nietzsche’nin tam da bu noktaya yakışacağına inandığım bir sözüyle bağlamak istiyorum.
“Vicdanlı ve dürüst olmak, hesaplı olmaktan iyidir.
Hesap, insanı makam sahibi yapar da, vicdan daha önemli bir işe yarar: İnsanı insan yapar.”
Bir Fransız atasözü “temiz bir vicdan kadar yumuşak bir yastık yoktur.” diyor.
Hepinize huzurlu uykular…