Bir Bahar Günü…
Balkonumda iki sene önce alıp büyütmeye çalıştığım bir limon ağacım var. İki senedir yeni bir tane yaprak vermediği gibi en ufak bir büyüme hareketi de gösterdiği yoktu. Satın aldığım günden bugüne kadar toprağına hiç el atmamıştım. Çok kötü bir toprağa dikildiğini fark ettim bir gün. Toprağı değiştirdim ama hiçbir olumlu değişiklik göremedim. Bu durum yetmezmiş gibi bir de üzerine bir böcek dadandı. Günler geçtikçe dadanan böcek yüzünden solup gitmeye başlamıştı. Durum böyle olunca iki hafta kadar önce; yani baharın yüzünü ilk göstermeye başladığı mart ayının ilk günlerinde ben ondan vazgeçtim. Fırsat bulup da toparlayıp atamadığım iki hafta içinde ise limon ağacım bana bir ders verdi. Sen vazgeçersin ama doğa vazgeçmez dedi. Yepyeni bir dal, üzerinde onlarca tomurcukla karşıladı beni…Bu yaşadığımın olay üzerine birçok soru oluştu kafamda. Doğa da vazgeçer miydi acaba bir gün bizden? Bir gün doğa da savaşmaktan vazgeçer miydi? Bahar hiç gelmese ne olurdu? Sanki tüm doğa sadece kendisi için varmış gibi yaşayan insanoğlu, bir bahar günü yeniden doğmamayı tercih eden doğa karşısında ne durumda olurdu? Gerçekten; acaba kim kime muhtaçtı?
Bizler doğanın bir parçası olarak yaşıyoruz. Ama bir süredir onun parçası olmaktan ayrılıp doğadan üstün görmeye başladık kendimizi. Bu durumu dillendirmesek de doğanın bize karşılıksız sunduğu güzelliklerden faydalanırken sanki hiçbir zaman sonu gelmeyecekmiş gibi hoyratça davranışımızdan anlayabiliyoruz bunu. Çoğu zaman bizim dışımızda var olan canlılara hiç nefes alanı bırakmayacak kadar bencilleşiyoruz. İnsanların doğayı anlama çabası; günümüzde anlamaya çalışmaktan, hâkim olmaya doğru çok şiddetli bir değişim göstermiş durumda. O kadar ki insanların insanlara davranış şekillerini irdelemekten başka canlılara davranışlarını dile getiremiyoruz. İnsani değerlerimizin kaybı, vicdanımızın körelişi ve benmerkezci dönüşümlerimizde doğanın bir parçası olmaktan vazgeçip doğaya hükmettiğimizi yanılgısına düşüyor olmamız mı sebep acaba?
Her şeyin merkezinde olmayı isteyen insanoğlu dünyayı da kendi ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirmeye çalışıyor. Bu şekillendirme çabası da insanın kendisini diğer tüm canlılardan üstün görmesi gibi bir noktaya taşıyor onu. Bunun yanına bir de her şeye hükmetme ve kontrol etme çabası da eklendiği zaman işte bugüne geliyoruz. İnsanın bu noktada atladığı en önemli konu ise sürdürülebilirlik… İnsanoğlu henüz yeryüzünde yokken var olan bir yaşam döngüsünün, kendisi olmadığı zaman da kesintisiz devam edeceği gerçeği.
Unutmaması gereken; bir ağacı keserken onun kökleriyle tuttuğu toprağa, yapraklarıyla davet edeceği yağmura her zaman ihtiyacı olduğu gerçeği. Kendinden başka bir canlıya zarar verirken, aslında o canlının istese kendisine çok daha büyük zararlar verebileceğini bilip bunu yapmamasındaki büyüklüğü anlaması…Ne suyumuz sonsuz, ne de havamız… Bir gün bahar da gelmeyebilir, güneş de doğmayabilir. Nesli tükenen her hayvan türünde, kirletilen her damla suda, yok olan hava kaynağımız ormanlarda bir daha bir daha hatırlamamız gerekiyor. Doğa bize, hiç vazgeçmeden her bahar yeniden doğarak tüm güzelliklerini veriyor. Tek beklediği ise saygı ve sorumluluk… Çünkü Victor Hugo’nun dediği gibi: Hepimizin ortak bir annesi vardır: Toprak. Aynı bizi dünyaya getiren annelerimiz gibi değil mi? Biz bir verdiğimizde üç olarak geri aldığımız annelerimiz…
Doğayla iç içe, doğayla eşit yaşamış olan Kızılderililerin doğaya duydukları minneti anlatan onlarca sözünü okumuşsunuzdur. Birinde diyor ki: “Doğa kanunları, insan kanunlarından üstündür. İnsan kanunlarını ihlal edenler; avukatların, yargıçların elindedir ve çoğu zaman suçlular bile kurtulur. Ama doğa kanunu öyle değil. Doğa kanunlarına karşı gelirseniz, gerçekten cezalandırılırsınız – hem de çok kötü. Doğa kanunlarından biri, her şeyi temiz tutmaktır, özellikle de suyu. Suyu yok ederseniz, yaşamı yok edersiniz. Bunu herkes bilir. Toprak Ana üzerindeki tüm yaşam, temiz suya bağlıdır, ama biz hala her türlü pislikle suyu zehirlemeye devam ediyoruz. Sizin kanunlarınız buna tamam diyebilir, ama hayır! tamam değil. Doğa kanunları, insan kanunlarını dikkate almaz. Doğa kanunlarıyla oynayamazsınız. Suyu öldürürseniz, yaşamı öldürürsünüz – kendinizinkini de. İşte doğa kanunu budur… Diğer bir doğa kanunu da tüm yaşamların eşit olduğudur. Bizim felsefemiz bu. Yaşama saygı duymanız gerekir – tüm yaşamlara, yalnızca kendinizinkine değil. Toprağa saygı duymazsanız, onu yok edersiniz. İnsanoğlu bazen yönetici konumunda olduğunu düşünüyor, ama değil. İnsan yalnızca bütünün bir parçası… İnsanın sorumluluğu var, gücü değil.“
”Ne mutlu ki bu sene de bahar geldi. İyi ki geldi, hoş geldi…” O zaman yeni doğan doğayla kucaklaşma vaktidir.