Günaydın…
İlginç kelime aslında…
Günün aydın olsun demek mi?
Herkes kendi uyanışıyla yaşıyor değil mi gününü?
Peki, herkesin günaydını aynı günaydın mı?
Ne kadar insan gerçekten o güne başlamak isteyerek kalkıyor bilmiyorum. Kafanı kaldırdığında tertemiz bir gökyüzüne kafanı uzatanlarla, gri ve kirli bir gökyüzüne uzatanlar aynı coşku ile başlayabilirler mi güne… Sonra güne başlamanın da bir amacı olmalı öyle değil mi?Sadece işi ya da yapmakla zorunlu olduğu görevleri gününün aydın olmasını sağlar mı peki bir insanın? İşini mecburen, sevmeden ve sadece hayatını geçindirmek için yapan robotlaşmış insanların gününün aydın olması ne kadar mümkün olur.Her sabah yola çıktığımda yolda yürüyen, arabalarda metrolardaki insanlara bakarım. Öğrenciler, memurlar, işlerine koşturanlar, halletmesi gereken işlere koşturan binlerce insan… “İsimsiz kahramanlar” Peki bu şehir telaşesinde koştururken bizler dünyanın dört bir tarafında insanlar nasıl bir güne uyanıyorlar…Saatlerimizi kurarak karanlıklara uyandırmaya çalıştığımız bedenlerimizle başlıyoruz güne. Saat kurmadan vücudumuzun doğal akışında uyandığı; doğanın ortasına uyanacağımız tertemiz ve huzurlu günlerin hayalini kurarak yaşıyoruz ve ölüyoruz gibi geliyor bana. Her sabah o sabaha uyanıp güne başlamak için kendi kendimizi motive etmeye çalışarak. Kimisi kendi başarıyor, kimileri başkalarının enerjisini sömürüyor. Bir şekilde yaşıyor.Peki, siz kendinizi güne nasıl hazırlıyorsunuz? Bugüne neden uyanıyorum sorusunun cevabını bulmak ne kadar kolay, ne kadar zor?Hayatta ayrım yapmayı sevmem ama bu sabah olumlu yönde bir ayrım yapmak için izin rica ediyorum. Dünyası rengârenk olanlar ve bir şekilde dünyasındaki renkleri görmeyi başarabilenlere; kendi enerjisini kullanarak yola düşenlere ve renklerini diğer canlılarla paylaşabilenlere günaydın bu sabah…
Photo:Lukasz Wierzbowski