Kukla…
Kesinlikle bu telefonun çalar saat sesini değiştirmem lazım artık diye düşündü bir yandan saati sürekli beş dakika ötesine ertelerken… Ne kadar uzun zamandır bu sesle uyanıyorum acaba dedi beyni uyanmış ama gözleri ve bedeni hala uyur halde yatakta yatarken. Şartlı refleks denen tepkinin kendisinde oluşmasına yol açacak kadar uzun bir süre olmalıydı bu. Kendisini kazıyarak yataktan sökerken aslında ruhunu o yatakta bıraktığını biliyordu. Uyanmak ve güne başlamak gelmiyordu aslında içinden ama hayata veda etmeye de hazır hissetmiyordu kendisini…
Artık uyuduğu uykuların yetmeme sebebini geç saatlerde yatmasına bağlamaktan vazgeçmişti. Birkaç kez erkenden yattığı ve çok uzun saatler uyuduğu halde hiç uyumamış gibi uyandığını fark ettiğinde sebebin az uyuması değil uyurken bile durmayan bir kafaya sahip olması olduğunu anlamıştı.
Saati defalarca ertelediği için yine geç kalmıştı. Şimdi de çoğuna sığamadığı ama yerlerine yenilerini almaktan kaçtığı kıyafetleriyle dolu dolabın önünde saçma sapan vakit harcıyordu. Kimi kandırıyorum ki diye düşündü, zaten aylardır birkaç kıyafetten başka giyemiyorum. Daha fazla vakit kaybetmemek için elini bir zamanlar siyah olan ama yıkanmaktan koyu griye dönmüş elbiseye attı. Hızla geçirdi üzerine. Aynı hızda yüzünü biraz renklendirdi. Bunu yaparken bile aynaya bakmıyordu artık…
Tüm hayatı boyunca hiçbir yemeği sonunda pişman olmadan tüketememiş olmasına rağmen sürekli kilo alıyor oluşunu durdurma imkânı yoktu. Mutlu ve huzurlu olmakla güzel ve özgüvenli olmak arasında bir bağlantı olmalı aksi takdirde bu konu bu kadar gündelik hayatın içinde olmazdı herhalde…
İyiden iyiye geç kalmıştı. Şimdi yine çocukları alelacele hazırlayıp bağırış çağırış içinde evden çıkmak zorunda kalacaklardı. Ne rutin ama…
Aslında çocuklarını çok seviyordu ama zaman zaman eğer çocuksuz bir hayat tercih etseydi hayatta yapmak istediklerine daha çok zamanı kalır mıydı diye düşünmekten kendini alamıyordu. Özellikle de sabah saatlerinde çığlık çığlığa koştururken. Kimseye söyleyemediği bir sürü düşünceden biri işte. Neden sürekli bir yerlere yetişme telaşında olduğunu sorgulamaya başlamış ama bir türlü telaştan sıyrılacak cesareti kendinde bulamamış halde savrulduğunu düşündü. Aslında çocukların sebep olduğu bir durum da değildi de bahane lazımdı işte.
Hayattan çok bunaldığı ve artık nefes almanın bile zor geldiği anlarda canından vazgeçmek de geliyordu aklına. Aslında son dönemde bunu çok sık da düşünür olmuştu. Varlığım ya da yokluğum bu hayatta neyi değiştirecek ki dedi kendi kendine, zaten bir amaç ve hedef de bulamıyorum uzun süredir. Çocukları arka koltuğa geçmeleri için birkaç defa ikaz edip bagaja çantaları doldururken geçiyordu bunlar kafasından. Çok yorgunum ve neden mücadele ettiğimi hiç bilmiyorum. Sahi ben kimin hayatını yaşıyorum ki?
Beynimiz çok ilginç. Gideceği yolu hiç düşünmeden ilerlerken böyle düşündü. Rota çizmeye bile gerek duymuyor ve hatta sanki araba kendisi gidiyor gibi, geçtiğimiz yolları bile değiştirmiyor. Artık arkadaki çocukların birbirlerine sataşıp bağırmalarını bile duymuyordu.
Eşinin bir şekilde hayata devam edeceğinden emindi de çocuklar hep kafasını karıştırıyordu. Acaba kendisi gittikten sonra çocuklar için hayat nasıl olacaktı? Son yıllarda kaybettiği onlarca arkadaşını düşündü. Sanırım insanın en yakınları dışında hiç kimse doldurulamayacak büyük boşluklar yaratmıyordu. Ama çocuklar başkaydı. Belki bu gidenin de bencilliğiydi. Gittiğinde birileri mutlaka eksikliğini hissetmeli ihtiyacından çıkıyordu.
Kafası tüm bunlarla dolu yola bakar ama yolu görmezken kırmızı ışığın yandığını fark etmemesi çok da garip değildi aslında. Garip olan kendisi kırmızı ışıkta geçmeye çalıştığı için zor durumda kalan diğer araçtı. Büyük siyah ve yüksek bir cipe neredeyse tam yandan vurmak üzereyken hayatta kalma içgüdüsü devreye girmiş hem kendisi hem de karşı aracın şoförü müthiş manevralarda kurtarmışlardı.
Bir anda hayata geri döndüğünü hisseti. Arkada bağrışıp duran çocukların sesi bıçak gibi kesilmişti. Önce çocukları kontrol etti ve özür dilemek için arabadan indi. Karşı arabada şoför koltuğunda oturan kadın hem aşırı korkmuş hem de çok sinirlenmiş görünüyordu. Kadının yüzünde bir sıcaklık aradı ama kadın bembeyaz olmuş suratı ve çatışmış kaşları ile buz gibi bir ifade ile bakıyordu.
Şimdi gülümsemesi gerekiyordu ama bu sabah yapmak istediği son şey buydu. Yüzüne zorla bir gülümseme eklemeye çalışarak kadına döndü.
- Gerçekten çok özür dilerim. Zor bir gün geçiriyorum ve sizi de büyük riske attım. Affedersin.
- İyi ama hanımefendi iyi değilseniz oturmayın şoför koltuğuna. Ne hakkınız var canım insanların canına kastetmeye. Size eğitim verirken bunları öğretmiyorlar mı? Bu ne vurdumduymazlık…
- Ama özür dilerim…
- Bakın arabanızda çocuklarınız da var…………
Kadın hala konuşuyordu ama sesini duymuyordu. Sadece yüz ifadesinden, mimiklerinden ve şakaklarında patlayan damarlardan her geçen saniye kendisini daha fazla doldurduğunu anlayabiliyordu. Hayatında sinirlendiği ne kadar olay varsa hepsini benden çıkarıyor şu anda herhalde diye düşündü ve ifadesiz bir surat ile kadının ona bağırmasına izin verdi.
Siz tepkisiz kaldığınızda karşınızdaki insanlar bir süre sonra susuyor. Her ne kadar karşınızdaki sizden çıkarmak istediği hıncını yeterince çıkaramamış olmalarından dolayı kendilerini iyi hissedemiyor da olsalar huzursuzluk ve gerginlik sürmüyor. Hayat felsefem bu oldu sanırım diye düşündü şoför koltuğuna geri dönerken. Uzun bir süredir haklı bile olsa susuyordu.
Kazanın gerçekten gerçekleşme ihtimalini düşündü. On dakika önce kendisinin varlığının ortadan kalkışını kafasında kurgularken bir kaza ile hem kendisi hem çocukları yok olabilirlerdi. Aslında devamını düşünmemek için temiz bir gidiş dedi kendi kendine. İnsanoğlu garip… artık dünyada var olmayacağı zamanda bile arkasında kalanların onun hakkında ne diyeceklerini önemsiyor. Oysa bir kaza çok temiz olabilirdi gerçekten. Ne kötü bir kaza ne kadar acı bir kayıp ne kadar erken bir ölüm denirdi.
Kaza… insanın yaşadığının günün son günü olduğunu bilmemesi açısından iyi bir seçenek. Bir anda durulan bir kafa ve sonrası mı? Sonrası huzur…