Sevgi Üzerine…
Bu haftamızı her sene olduğu gibi yoğun sevgi mesajları, sevgi notları ve sevgi dalgası içinde geçireceğiz. Bu haftanın ayrıca ekonomiye de kısa süreli bir canlanma getireceği çok açık. Haftanın etkisi; hediye alma ve aldırma reklamları ile çok önceden başladı zaten. Madem bu hafta afişlerde, televizyonlarda, gazetelerde, radyolarda ve çevremizde bol sevgi sözcüğü geçecek ben de biraz sevgiden söz edeyim istedim.
Sevgi… Ağzımızdan hiç düşmeyen bir kelime… İnsanlığın var oluşundan beri, üzerine milyonlarca söz söylenmiş, hikâyeler şiirler romanlar yazılmış, filmler çekilmiş bir duygu durumu. Herkesin ihtiyaç duyduğu; ama karşısındakine sunmakta zaman zaman cimrileştiği bir duygu… Belki de bizler sevginin anlamını tam olarak bilemiyoruz diye düşünüyorum. Baksanıza hala üzerine tartışılan, yazılan ve bir anlam verilmeye çalışılan bir duygu. Gerçekten sevgi gibi aslında çok yoğun ve derin bir kelimenin ne anlama geldiğinden haberdar mıyız?
İnsan birçok şeyi sevebilir. Yemek yapmayı sever. Çalışmayı sever. Mavi rengi sever. Çiçek ekmeyi sever… Hele bir de nefes almayı ve hayatı sevip hayatın içinde kendisine nice sevgi kaynakları buluyorsa; o insandan mutlusu yoktur. Ben tabi ki şu anda yapmaktan hoşlandığımız şeylerden ya da kişisel zevklerimizden bahsetmiyorum. Burada sevgiyi bir başka canlıya duyduğumuz ilgi ve sevme olarak ele alacağım.
Şimdi kendimize neleri ve kimleri seviyoruz diye sorsak eminim hepimiz önce en yakınlarımızdan başlayarak bir sürü kişi ve canlı sayarız. Mesela “Çocuklarımı seviyorum. Annemi, babamı, eşimi seviyorum. Köpekleri seviyorum.” diyebiliriz. Biraz bakış açımızı genişlettiğimizde dostlarımız arkadaşlarımız da girebilir belki sevgi çemberimizin içine. Soruyu bir de şöyle sorsak… Hesapsız kitapsız, hiçbir özelliğini değiştirmeye gerek duymadan, olduğu gibi sevdiğimiz birileri var mı hayatımızda? İşte bu soruyu bir an bile düşünmeden cevap verip, birilerini sıralayabiliyorsak ne mutlu bize… Bence dünyadaki en büyük zenginlik budur.
Sevgi ölçülebilir ve kalıplara sokulabilir bir değer değildir. Çocuklarımı 10 metre seviyorum veya iş arkadaşımı 5 gram seviyorum diyemeyiz; değil mi? O zaman neden sevgimize sürekli bir değer, bir karşılık arayışında olduğumuzu sorgulamamız gerekiyor. İnsanlar bir karşılık bekleyerek sevgi sundukları için; sevgilerini belli ölçütlere bağladıkları için mutsuz oluyorlar. Sevgilerini sundukları insanlardan sundukları sevginin karşılığında mutlaka kendilerine göre bir değer biçerek bir karşılık görmek istiyorlar. Çocuklarımıza açıkça söylemesek de; daha başarılı olduklarında onları daha fazla seveceğimizi hissettiriyoruz. Sevgilimize ya da eşimize olan sevgimizi, maddi manevi ölçülerin içine sokmaya çalışıyoruz. Günümüzde ne yazık ki çok az insan, kendisine sunulan sevginin ya da yapılan bir iyiliğin arkasında bir şey aramaz hale geldi. Gerçekten insanlar bir karşılık beklemeden, çıkarı olmadan ya da birbirini ısrarla değiştirmeye çalışmadan, olduğu gibi birbirlerini sevemezler mi?
Sevgimizi en değerli mücevhermiş gibi kutulara saklıyoruz. Hiçbir karşılık beklemeden sevgi sunmaktan korkuyoruz. Cesaretimizi kıran yaşanabilecek hayal kırıklıkları… Unutmamak lazım ki hayal kırıklıklarını sadece karşılık beklersek yaşarız. Hâlbuki unuttuğumuz bir değeri tekrar hatırlamaktan geçiyor mutluluğa kavuşma yolu. Paylaşmaktan, birbirimize emek vermekten ve sadece sevmekten… Olduğu gibi, hiçbir sınıra sokmadan… Ölçü koyamadığımız bir şeye bir karşılık da belirleyemeyiz değil mi? Paylaşılan sevginin, güvenin, dostluğun ve emeğin bir maddi değeri yoktur. Ama insanın mutlu olmasındaki payı ve değeri paha biçilemezdir.
Neyi beslersek o büyür. Mutluluğu büyütmek istiyorsak Yılmaz Güney’e kulak verelim…
Kavgayı, bir yaprağın üzerine yazmak isterdim sonbahar gelsin yaprak dökülsün diye…
Öfkeyi, bir bulutun üzerine yazmak isterdim yağmur yağsın bulut yok olsun diye…
Nefreti, karların üzerine yazmak isterdim güneş açsın karlar erisin diye…
Ve dostluğu ve sevgiyi, yeni doğmuş tüm bebeklerin yüreğine yazmak isterdim;
Onlarla birlikte büyüsün bütün dünyayı sarsın diye…